Beş altı yaşlarımda anaokuluna giderken ben okula kendim gideceğim diye tuttururmuşum. Şimdi düşününce aslında ev ile okul arası o kadar da yakın sayılmazdı ama belki o dönemde etraf daha güvenli diye düşündüğünden, annem de yalnız gitmeme izin verirmiş. Ama ben bir de şart koyarmışım. Sakın arkamdan bakma! Dönüp dönüp de pencereyi kontrol edermişim, annem söz dinledi mi, yoksa pencereye yapışmış beni mi gözlüyor diye. Annem bu soruna kendince bir çözüm bulmuş, ben gözden kaybolana kadar tül perdenin arkasından ben fark etmeden beni gözlermiş. Ben büyüdükten sonra annem sık sık bunu hatırlatır, sakın arkamdan bakma der ve gülerdi benim o zamanki inatçı halime. Tekrarlar dururdu neşeyle, arkamdan bakma, arkamdan bakma!
On yıl kadar olacak anneme Alzheimer tipi Demans teşhisi konulalı. Demans, the long goodbye, diye okumuştum bir yerlerde. Demans, uzun veda. On yıl sürdü uzun vedamız. Her gün gitti, her gün biraz daha uzağa gitti. Tamamlanmamış yas sendromu denen bir durum vardır. Ölüm gibi önemli yas durumlarında insan yasın belirli aşamalarından geçer. İnkâr, donma, öfke ve en sonunda nihayet çaresize durumu kabul edip hayatına geri dönme ya da toparlanma diyebileceğimiz aşamalardan geçilir. Sevdiğin kişinin Demans gibi iyileşme umudu olmayan ve uzun süreli bir hastalığa yakalanma durumda ise bu yas bir türlü tamamlanamaz. İnsan sanki iki yaşam arasında, arafta kalır gibi, yasın aşamaları arasında oradan oraya savrulur durur. Veda edemezsin, durumu da kabullenemezsin, bazen öfke duyarsın bazen duyarsızlaşır kalırsın. Bitmeyen bir döngü içinde sonu gelmez garip bir yas halinde zaman hem durmuş gibidir hem de yıllar geçer. Hastalık, uzun veda ve bitmeyen yas hali tüm önceliklerinin önüne geçerek en belirleyici gerçeklerin olmaya başlar. Her şey, tamamlanamayan yas hali ile birlikte durmuş gibidir. Belirsizlik içinde kalakalırsın. O belirsizlik koskoca bir sis gibi tüm hayatını, seçimlerini, duygularını, düşüncelerini kontrol etmeye başlar. Bu uzun vedadan çıkış yolu yok gibidir.
Sonra yavaş yavaş teslim olup bu sis içinde alçakgönüllü bir konfor alanı oluşturmaya başlarsın. İçine kapanırsın, belirsizlik içinde biraz yalnızlaşırsın. Anneni sormak için arayanların telefonlarını açmak istemezsin. Onun bu yeni durumundan bahsetmenin verdiği acıdan kaçmak istersin. Bu belirsiz bekleyiş, zamanın durmuş olma hali belki hoşuna bile gitmeye başlar. Çünkü zihni sisler içinde kalmış olan annenle bağ kurmanın başka yolunu bulmakta zorlanabilirsin. Kendini tanımakta, görmekte bile zorlanırsın. Sen beni tanımıyorsan ben de kendimi tanımam, anneciğim! Sen beni görmüyorsan ben de kendimi görmem! Zaman durmuş gibidir ve önemli kararlar almayı ertelersin. Evden okula yürüyen küçük bir çocuk gibi, gözlerin hem ileridedir hem de dönüp dönüp annen arkandan bakıyor mu diye kontrol etmek istersin. Ama o çocuğun kararlı, özgüvenli halinden biraz yoksun olarak. Kaybetmekten korktuğun için dönüp bakmak istersin. Gerekirse sana yaşam veren o kutsal varlık için hayatını on sene ertelersin. Sen ölüm ile yaşam arasında kaldıysan ben de kendime bir araf yaratıp, onun içinde yaşarım anne. Hep arada kalırsın. Döngülerden çıkamazsın. Hala onunla yakın olabilmek için sen de sisler içinde yaşamayı seçersin. Veda bitmez, uzar durur. Her gün, her an veda edersin, sonra yine, sonra yine veda edersin.
Derken bizim uzun vedanın bile sonu geldi. Sisler dağıldı ve annem bizim henüz bilmediğimiz başka türlü bir yaşama geçiş yaptı. Bir döngü gibi dönüp durduğum yas aşamaları şimdi içimde yeniden kuruluyor. Sanırım donmuş haldeyim. Sisler dağılınca geriye biraz hissiz ve çok yorgun bir ben kaldı. Birine on yıl boyunca veda etmek yorucuymuş. Aslında annemi gerçekten ne zaman kaybettim onu da bilmiyorum. Bugün mezarını ziyaret ettim. Bir ay önce bıraktığımız çiçekler daha tam kurumamış, çocukların bıraktığı kırmızı kurdeleler de duruyordu. Mezarlık olduğunu bilmesem güleç yüzlü ve insanı kucaklayan bir bahçeye benziyordu diyebilirim. Tıpkı annem gibi. Tek başıma biraz durdum. Annem öldüğünden beri ilk kez mezarına yalnız gitmiştim ve kendimce ona veda etmek istedim. Öylece durdum, durdum. Çiçeklere, ağaçlara, yeşilliklere, kırmızı kurdelelere baktım. Biraz daha durdum. Aklıma hiçbir veda sözcüğü gelmedi. On yıldır durmadan veda edip de bir anda hazırlıksız yakalanmış gibiydim. Ben geldim anne, diyebildim. Sonra da, güle güle, anne. Sade, basit ve kısacık bir veda. Çok, çok kısa bir veda.
Aslında, veda etmek için bana yıllar verdiğim için teşekkür ederim, anneciğim, demeliydim. Sisler, belirsizlikler ve zorluklar içinde de olsa hayata nasıl tutunulurmuş bana gösterdiğin için teşekkür ederim. Bu kadar uzun bir vedanın yükünü taşıyabildiğin için ve taşımayı bana da öğrettiğin için teşekkür ederim. Böyle büyük bir güç bu kadar kırılgan bir zarafetle nasıl taşınır, bunun en güzel örneği olduğun için teşekkür ederim.
Mezarlıktan ayrılırken dönüp dönüp arkama baktım. Uzaklaşsam da çiçekler ve kırmızı kurdeleler hala görünüyordu. Aklıma ana okula giden o küçük halim geldi. Arkamdan bakma, anne dedim. Arkamdan bakma. Tek başıma gidebilirim, yolu biliyorum. Artık büyüdüm. Ama içimdeki o küçük kız, annemin kırmızı kurdelelerin orda gizli bir perdenin arkasına saklanmış, gülümseyerek bana bakıyor olduğuna inanmak istedi. Güle güle anneciğim.
Öncelikle başın sağolsun. Ben 65 liyim eskiden güven vardı insanlarda komşular bile bir yere giderken kapıları açık bırakıp benim çocuk evde arasira göz kulak olun pazara gidiyorum derdi. Bizler büyüdük dünya büyüdü keşke eski çocukluğumuz zamanı geri gelsede büyümeseydik diyoruz. Ben IDAM yasasi çıkmadan bu durumlar düzelmez diyorum. Arkamiza her zaman bakıyoruz çünkü hayat acımasız mı yoksa insanlar mı acımasız oldu bilemedik. SAYGILARIMLA